Malpraktis

 

MALPRAKTİS

Türk Tabipler Birliği, malpraktisi ‘’bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanması’’ şeklinde açıklamıştır. Bu durumda hekimin sorumluluğu için, tanımdan da görüleceği üzere bir tıbbi müdahale bulunmalı, bu müdahalenin hukuka aykırılık içermesi gerekmekte ve müdahale sonucunda ortaya zarar çıkmalıdır. Son olarak da zarar ile hekimin müdahalesi arasında da illiyet bağının tespit edilmesi, malpraktis doğurmakta ve hekimlerin hukuken sorun yaşamasına sebep olmaktadır. Bunlar tazminat davası, ceza davası, idare tarafından tazminat talebinin tebliği, mahkemelerde ihbar edilen davalar, idarenin rücusu şeklinde olabilecektir. Şimdi hekimlerin hukuki ve cezai sorumlulukları anlamda hangi eylemlerinin ne tür sonuçlar doğurabileceğini inceleyelim.

1.HEKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU

Hekimlerin sorumluluk sebeplerinin iki başlık altında toplandığını görmekteyiz.

1.1. Hekimin Akdi Sorumluluğu

Hekim olarak aşağıdaki şartlar gerçekleştiğinde akitten kaynaklı olarak sorumluluğu doğabilecektir.

  1. Hasta İle Hekim Arasında Akdin Varlığı

Teşhis, tedavi veya tıbbi müdahale edimi karşılığında ücret ödemenin üstlendiği karşılıklı borç yükleyen bir akit bulunması gerekmektedir. Bahse konu tedavi akdinin sarih veya zımni olarak kurulabilmesi mümkündür.

  1. Akdin Olumlu veya Olumsuz Bir Eylemle İhlali

Olumlu veya olumsuz eylemle kastedilmek istenen, bir harekette bulunmak suretiyle ihlalin gerçekleşebileceği gibi ihmal üzerine de sorumluluğun doğabilmesidir.

  1. Zarar

Bir hekimi, yaptığı veya yapmadığı eylemden sorumlu tutabilmenin gerekçesi zararın doğmuş olmasına bağlıdır. Bu zarar maddi veya manevi olarak gelişebilir.

  1. Kusur

Hekimin ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulabilir olması gerekmektedir. Bu konuya  ilerleyen aşamalarda detaylı değineceğiz.

  1. İlliyet Bağı

İlliyet bağıyla kastedilmek istenen, gerçekleştirilen eylem ile ortaya çıkan zarar arasında sebep sonuç bağlantısının bulunmasıdır. İlliyet bağının kurulmadığından bahisle birçok hekim, karşılaştığı davalardan hüküm giymeden/tazminat ödemeden ayrılmıştır. Yargılamalara bakıldığında hekimin yanlış müdahalesinin örtülü sebepleri yeterince araştırılmamaktadır. Dolayısıyla burada sorumluluğun bulunmadığına ilişkin ispat faaliyetleri hekim ve avukatına düşmektedir. 

1.2. Hekimin Akit Dışı Sorumluluğu

Hekim ve hasta arasında öncesinde örtülü veya açık bir şekilde tıbbi müdahalenin gerçekleşmesine ilişkin anlaşma bulunmadığı halde sorumluluk doğacaksa, bu sorumluluğa akit dışı sorumluluk denmekte ve haksız fiil niteliğinde karşımıza çıkmaktadır. Burada da yukarıda ifade ettiğimiz unsurlar geçerli yalnızca akdin varlığı hususuna gerek duyulmamaktadır.

Bir hekim olarak gerçekleştirdiğiniz/ihmal ettiğiniz tıbbi müdahaleler veya koyduğunuz yanlış bir tanı sonuç olarak zarar doğurabilir. Ancak böyle bir durumda her zaman sorumluluğunuzun bulunduğunu söyleyemeyiz. İhmal ettiğiniz müdahalelerden veya vardığınız yanlış kararlardan ötürü hakkınızda cezai hükümler kurulmasından veya tazminat ödeme zorunluluğuna bırakılmaktan kurtulabilirsiniz. Sorumluluğunuz ne şartlarda doğacağını inceleyelim.

1.3. Zarar Nedir ve Nasıl Ortaya Çıkabilir?

Öncelikle belirtelim ki, hukuki sorumluluğun doğabilmesinin temel şartı, bir zararın varlığıdır. Yaptığınız müdahale her ne kadar tıp ilmine ve hukuk ilkelerine aykırı olsa bile ortada bir zarar yoksa size yöneltilecek bir talep olmayacaktır. Soruşturma ve tahkikatlar saklıdır.

Zarar, maddi ve manevi olmak üzere iki boyutludur. Maddi zarar denildiğinde, yapılması gereken doğru müdahale ile gerçekleştirilen yanlış müdahale arasında doğan sağlık durumu farklılığının parayla ölçülebilir cinsten karşılığıdır. Maddi zarar, fiili zarar veya yoksun kalınan kazanç olarak karşınıza çıkabilir. Fiili zararda direkt olarak sonuç bellidir ancak yoksun kalınan kar iddialarında hastaların dayanaksız taleplerde bulunabilmesi mümkündür. Bu hususu dikkate alarak savunmanın gerçekleştirilmesi gerekir aksi takdirde yoksun kalınan kar dolayısıyla ortaya fazla bedeller veya cezalar çıkabilir.

Manevi zarar ise, hastanızın, sizin yaptığınız müdahale sonucunda hissettiği bedensel ve manevi acıyı, hayat standartlarında meydana gelen eksikliği ifade eder. Hukuken, kural yalnızca hastanın manevi tazminat istemesidir fakat bazı durumlarda hasta yakınlarının da kendi psikolojik durumunun etkilendiğinden bahisle tazminat taleplerinde bulunabilmesi mümkündür. Dikkat edilmesi gereken nokta, kanunen yakınların yalnızca hastanın ağır bedensel zarar görmesi durumunda manevi tazminat istemesi durumudur. Avukat, bu zararın ağır olup olmadığının mahkemeden incelenmesini talep ve ısrar etmek suretiyle karşılaşacağınız olumsuz sonuçları törpüleyebilir. Çünkü manevi zararın tespiti ve bu zarar karşılığında ödenecek tazminatın tespitinin maddi hukuk nezdinde kıstasları bulunmamaktadır. Hukuk ilkeleri zarar tespiti ve tazminat miktarı konusunda hakime somut olayı değerlendirerek tam bir takdir yetkisi vermek suretiyle karar vermesini istemiştir.

Maddi zararlar, 4 başlık altında incelenmektedir.

  • Tedavi giderleri
  • Çalışma gücü kaybı zararları
  • Destekten yoksun kalma zararları: Burada ölen bir hasta varsa, onun maddi desteğiyle hayatını sürdüren yakınları hekime yönelik talepleri olacaktır.
  • Ölüm nedeniyle doğan zararlar

1.4. İlliyet Bağı

Yukarıda açıkladığımız zarar kavramının hekimin gerçekleştirdiği davranış sebebiyle ortaya çıktığını ifade eden kavram illiyet bağıdır ve bu bağ sorumluluğun gerek şartlarındandır. Yargılama süreçlerinde illiyet bağının ispatı zordur ve bu bağı kesen sebeplerinden bulunması dolayısıyla dikkat edilmesi gereken hususlardan birisidir. Yargıtay’a ulaşmış hekim sorumluluğu dosyalarında hüküm kurulurken illiyet bağı, ‘’bir olay hayattaki genel davranışlara ve olayların tabii akışına göre diğer bir olayı meydana getirmeye elverişli bulunuyorsa, ilk olay uygun sebep ve sonuç ölçüsüne göre ikincisinin nedeni sayılır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Şimdi illiyet bağını kesen sebeplerden bahsedelim.

  1. Kaza(Mücbir Sebep)

Bir hekimin, kontrolü altında olmayan, engelleyemeyeceği ve önleyemeyeceği, kendisinin dışında gelişen etkenler mücbir sebep olarak ifade edilir. Burada sorumluluğun doğmayacağı açık ve nettir. Mesela ameliyathanede gerçekleşen deprem sebebiyle hayatı son bulmuş olan hastanın ölümünde hekimin herhangi bir sorumluluğunu söz konusu edilemeyecektir.

  1. Üçüncü Kişinin Kusuru

Burada hasta ve hekim dışında başka birisinin gerçekleştirdiği eylem zararlı sonucun doğumuna sebep vermekte ve hekimin, hastasının başına gelen olaydan bir sorumluluğunun doğmasını engellemektedir. Mesela yazılan ilaç ve kullanılan ilaç arasında doğan farklılığın sebep olduğu zararda eczacının yanlış ilaç vermesi durumunda olduğu gibi hekim tarafında sorumluluk söz konusu olmayacaktır.

  1. Hastanın Kendi Kusuru

Hastanın, hekimin verdiği talimat ve tavsiyelere aykırı davranışları sonucunda bünyesinde meydana gelen zararlardan kendi sorumluluğu bulunmaktadır. Fakat hekimin tamamen sorumsuz olduğu da kabul edilmemektedir. Bu tespiti yaparken, hastanın davranışlarının zararın ortaya çıkmasında tam etkili olması aranmakta, eğer ki hekiminde payı varsa illiyet bağının kesilmesi ve hekimin sorumluluğu bu paya göre belirlenen oran nezdinde ortaya çıkacaktır.

1.5. Kusur

Hekimlerin sorumluluğu kavramı içerisinde değerlendirilmesi gereken en önemli hususlardan birisi, hekimin gerçekleşen olayda kusurunun varlığıdır. Çünkü kusur varsa sorumluluk vardır, kusur yoksa sorumluluk yoktur.

Bir hekimin kusurunun bulunduğuna hükmedilebilmesi için gereken şartlar bulunmaktadır. Şimdi bu unsurlara bakalım:

  1. Eylem

Yukarıda bahsettiğimiz üzere eylem, aktif bir hareket şeklinde müdahalede bulunma olabileceği gibi; yapılması gereken davranıştan kaçınma şeklinde ortaya çıkabilir. Dolayısıyla bir şeyi yapmamakta, hekimin kusur nitelendirmesindeki eylem vasfını taşıyabilmektedir.

  1. Müdahale sonucu ortaya çıkan tehlikeli sonucun, önceden öngörülebilir ve önlenebilir niteliklere haiz olması gerekmektedir.

Bu maddenin, mefhumu muhalifinden önceden kestirilmesi ve bilinmesi mümkün olmayan durumlarında hekime izafe edilebilecek bir kusurun bulunmayacağı sonucuna varılacaktır. Hem bilinebilen bir zarar bulunmalı ve bu sonucun önlenebilir nitelikte bulunması gerekmektedir.

  1. Kusurun Nitelendirmesi
  2. yüzyıla kadar hekimlerin sorumsuzluğu kabul edilmekteyken 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın başlarında hukukun güncelleştirilmesi, hekimin hareketlerinin çoğunlukla eleştirilmesi, irdelenmesi sonucunda, hastalığın tedavi edilmemesi, tedavi yüzünden acı çekilmesi, zorla aşı yapılması gibi tıbbi müdahalelerin olağan basit neticelerinden dahi hekimlerin sorumluluğuna gidilmeye başlanmıştır.

Önceleri hekimin sorumluluğunda kusur şartı aranırken, teknoloji ve bilimin gelişmesi, istihdamın önem kazanması ve artması ile fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının varlığı hekimin sorumluluğunda yeterli kabul edilmiş olup Hekimin kusuru bulunmasa dahi, yardımcı şahsın verdiği zararlardan hekimin sorumlu olacağı kabul edilmiştir.

Hekimin kusuru tanı ve tedavi aşamasında çıkmaktadır. Kusurun, karşımıza ihmal veya kast şeklinde çıktığını görmekteyiz. Adli vakalarda hekimin kasten zarar verici fiilde bulunduğuna rastlanmamakla birlikte ihmali davranış dolayısıyla oldukça dava ve şikayet bulunmaktadır. İhmalin değerlendirilmesi aşamasında ölçüt alınan bir kıstas bulunmalı ki yapılmayan davranışın ihmal olduğu söylenebilsin. İşte bu aşamada karşımıza çıkan husus: bir doktorla aynı kategoride bulunan başka bir doktorun kıstas alınması olacaktır. Bu doktorun, ne üst düzey bir doktor gibi düşünülmesi ne de işini özenle yapmayan bir doktor gibi sayılması söz konusu değildir. Kıstas alınan hekim, ortalama vasıflara sahip bir hekim olarak kabul görmek suretiyle ihmal değerlendirmesi yapılacaktır.

Yargıtay kararları incelendiğinde, ihmalin ölçüsünün objektif olduğu görülmektedir. Nedir peki bu objektif kriterlere dayalı ihmal incelemesi yapmak şimdi karardan onu inceleyelim:

‘’ Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğinin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkın sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, Borçlar Kanunu’nun 394/1 maddesi gereğince, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.’’ Özellikle son cümleden de anlıyoruz ki, ihmal incelemesinde tıbbın gerek ve kuralları dikkate alınmakta ve bir hekimin yalnızca uygulamadaki prosedüre göre incelemesi gereken tetkikleri ve alması gereken kararları alması yeterli görülmüştür.

  1. Kusurun Derecesi

Yalnızca iyi hekimlerin ve ekstra dikkat gösteren hekimlerin fark edebileceği hususların gözden kaçırılması durumunda hafif kusurdan bahsedilirken, hemen hemen her hekimin görebileceği alınması gereken en basit tedbirlerin ihmal edilmesi ise ağır kusuru ortaya çıkarmaktadır. Yargıtay kurmuş olduğu hükümlerde hekimin hafif veya ağır kusurunun sorumluluğun doğması açısından herhangi bir farklılık yaratmadığını kabul etmektedir. Her türlü kusurundan sorumluluk elbette yalnızca sorumluluğun doğması açısındandır. Hekimin karşılaşabileceği cezai ve hukuki yaptırımların ağırlığı açısından ise kusurun derecesi önem arz etmektedir.

Yargıtay 13. HD,23.03.2016 tarihli, 2015/29751 E. 2016/8502 K. Kararında; yerleşik içtihatlarında hekimin hafif de olsa kusurundan sorumlu olacağına hükmetmiştir.

  1. HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN SORUMLULUK

Hekimin gerçekleştirdiği eylem, hem aralarındaki akde muhalefet niteliği taşır hem de beden bütünlüğüne yönelik müdahale bulunduğundan mütevellit haksız fiil kapsamında da incelenebilir. Hasta bu tür durumlarda iki yolu da tercih edebilir nihayetinde konu başlığımızda görüldüğü üzere haksız fiile uğradığından bahisle, hekimin sorumluluğu yoluna gidebilecektir.

Bir hekime, haksız fiil gerçekleştirdiği iddiasıyla gelindiğinde hangi unsurların bir araya gelmesi sorumluluk doğurur şimdi bunu inceleyelim:

2.1. Haksız Fiil Sorumluluğu Şartları

  1. Hukuka Aykırılık

Bir hastanın bedensel bütünlüğüne yapılan müdahale hukuka aykırılık doğurabilir. Fakat belirli bazı durumlarda hukuka uygunluk sebeplerinden bahsedilir ve sorumluluk doğmasını engeller. Bu hususlar: hastanın rızası, kamu gücünün hukuka uygun kullanılması, hastanın menfaatine hareket gibi durumlardır. Dolayısıyla hukuka aykırılığın ortaya çıktığını iddia eden hasta, kendisi de bu durumu ispatla mükelleftir.

 

  1. Kusur

Daha önceki açıklamalarımızda ifade edilen kusur kavramı aynı şekilde bu konuda da geçerlidir. Ancak haksız fiil sorumluluğunda kusurun varlığını ispat yükü hasta üzerinde bulunmaktadır.

 

  1. Zarar

Haksız fiil öncesinde hastanın durumu ile fiil sonrasında ortaya çıkan sonuç arasındaki fark zarar olarak karşımıza çıkar ve ispat yükü yine hasta üzerinde bulunur.

 

  1. İlliyet Bağı

Gerçekleştirilen haksız fiil ile ortaya çıkan zarar arasında illiyet bağı bulunduğu da ispat edilirse artık sorumluluğun doğacağını söyleyebiliriz. İspat faaliyeti, hasta tarafından gerçekleştirilecek ve kesin ispata gerek görülmeyip kuvvetli bir ihtimalin varlığının ispatı da yeterli olacaktır.

 

Yargıtay 4. HD. 2003 tarihli bir kararında; “….dava konusu olay etraflıca incelenerek davalının kusurlu olup olmadığı kesin olarak belirlenmeli, bunun için, somut olayın özelliği itibariyle davalının tıp biliminin gerektirdiği konularda gerekli özeni gösterip göstermediği, diğer bir anlatımla, somut olaya göre bilimin öngördüğü biçimde hareket edip etmediği saptanmalıdır. O halde, dosyadaki tüm veriler gönderilip bunlar değerlendirilmek suretiyle Adli Tıp Kurumundan, gerekirse Üst Kuruldan doyurucu bir rapor alınmalıdır.” ifadeleriyle hekimin sorumluluğun tespitinde çelişkilerden uzak bir inceleme yapılması gerektiği vurgulanmıştır.

 

YHGK 21/03/2019 T, 2017/13-778 E, 2019/329 K sayılı kararına göre; • Sözleşmeye aykırılıkla haksız fiilin aynı anda söz konusu olması durumunda hakların yarışması söz konusu olur ve burada zarar gören seçimlik hakka sahip olmaktadır.

  1. Hekimin, hastasıyla tıbbi müdahale öncesinde ‘’hekimin sonuçlardan sorumsuz olacağına’’ ilişkin anlaşma yapması hukuken mümkün müdür?

Türk Borçlar Kanunu’nun 15.maddesine göre ‘’ Borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür’’. Keza maddenin 2.fıkrasında da ‘’Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.’’ Sonuç olarak herhangi bir şekilde hekimin, hastasıyla tedavi öncesinde sorumsuzluk anlaşması yapması mümkün değildir.

  1. VEKALETSİZ İŞ GÖRME HÜKÜMLERİNDEN SORUMLULUK

Bir hekim, zaruret halinde bulunan hastanın hayatını kurtarmak veya ağır bir zarara uğramasını engellemek için tıbbi müdahalede bulunabilir. Bir trafik kazasında veya sokaktan geçerken karşılaştığı bir vaka üzerine gerçekleşebilecek bir olaydır. Bu olaylarda hekim ve hasta arasında herhangi bir sözleşme ilişkisinin yokluğu göz önünde tutulmak suretiyle vekaletsiz iş görme hükümleri devreye girecektir.

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesine göre bir hekimin acil durumlarda tıbbi yardımda bulunması gerekliliği doğabilir bunun dışında tıbbi literatürde ameliyatın genişletilmesi de karşımıza çıkmaktadır. Ameliyatın genişletilmesi, ameliyat esnasında hekimin yeni bir müdahalenin gerekliliğini öngörmesi durumunda bahse konu müdahale hasta ile aralarında olan sözleşme kapsamının dışında olmaktaysa bu durumda genişletilme kavramı ortaya çıkacak ve vekaletsiz iş görme hükümleri uygulama alanı bulacaktır.  

 

  1. KUSURUN GÖRÜNÜMLERİ
  2. Tanı Kusurları

Kural olarak hekimin tanı koyarken yaptığı hatadan sorumlu olmayacağı kabul edilmektedir. Ancak belirli bazı durumlarda tanı hatasının varlığı dikkate alınmakta ve hekimin sorumluluğuna yönelme söz konusu olmaktadır.

Bunlardan birisi, eksik araştırmadır. Hekim, tanı koyarken araç olarak kullanması gerekliliği bulunan materyalleri, testleri mutlaka kullanmalıdır. Olur da bunları kullanmadan sezgisel veya net olduğunu düşündüğü bir vaka hakkında tanı koyarsa, gerekli araç ve gereçleri kullanmadığından ötürü eksiklik ortaya çıkacak ve tanı kusurunun var olduğu kabul edilecektir. Dolayısıyla vaka ne kadar net görünürse görünsün bir hekimin kusurunun gerekli fizik-biyolojik işlem veya kimyasal tahlilleri yapmadan tanı koyması son derece riskli bir davranış olacaktır.

Hekim gerekli araç gereçleri kullandı, fizik-biyolojik işlemleri yerine getirdi, kimyasal tahlilleri yaptı ve ortaya çıkan veriler neticesinde bir sonuca vardı. Bu sonucun nitelendirmesinde mantıksal bir işlem, niteliksel bir çıkarım söz konusu olacaktır. Bu işlem gerçekleştirilirken yaşanılacak bir yanlış tanı tespitinde de hekimin kusuru kural olarak kabul edilmemektedir. Fakat araştırmalardan elde edilen veriler bir hastalığın belirli başı gözle görülen özelliklerini, hasta vücudunda ki belirtilerini açık bir şekilde göstermesine rağmen konulan yanlış tanı, kusur sorumluluğunu doğuracaktır.

  1. Araç Ve Metot Kusurları

Genel olarak tıp uygulamalarında yaygın kullanılan kural ve yöntemlerden farklı bir uygulamaya başvuran hekimin, bu başvurusunu objektif bir temele dayandırması gerekmektedir. Objektif nedenler arasında özellikle hastanın somut durumda kullandığı ilaçlar, yaşadığı hastalıklar veya başka bir veri sayılabilir. Kesin tartışmasız tanı ve tedavi yöntemi olan durumlarda bu usule uyulmamasından dolayı kusur sorumluluğu doğacaktır. Son olarak metotlar arasında kesin bir üstünlük bulunmadığı veya olay nezdinde metotların hangisinin daha fazla başarı vereceğinin saptanamadığı durumlarda hekimin, uyguladığı işlemler nedeniyle kusurunun varlığına gidilemeyeceği dikkate alınmalıdır.

  1. Tıp Kurallarının Uygulanmasında Kusur

Tıp bilimi mensuplarınca kabul görmüş genel kabullerin ve doğrudan doğruya tedavi yöntemi vasfına erişmiş uygulamaların bir hekim tarafından uygulanmaması dolayısıyla hasta üzerinde doğmuş/doğacak zararlarında kusurun varlığı kabul edilmektedir. Böyle bir durumda esas olan genel kabul görmüş uygulamanın, hekim tarafından uygulanmamasıdır. Dolayısıyla yapılması gereken yapılmış fakat bu uygulamaya hastanın bünyesi sonuç vermemiş veya başka bir nedenle olumsuz sonuç elde edilmişse herhangi bir sorumluluk doğurmayacağı açıktır.

  1. Somut Durumun Gerektirdiği Özenin Gösterilmemesi

Bir hekimin tıp kuralları nezdinde kabul görmüş uygulamalar dışında hastanın durum ve koşullarını dikkate almak suretiyle de tedaviye şekil vermesi gerekmektedir. Hastanın tedavi süresince incelenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması özen yükümlülüğü kapsamında olduğu gibi tedavi sürecindeki müdahalelerde de araç ve gereçlerin, ilaçların kullanılması da söz konusudur.

6. ÖZEL SORUMLULUK DURUMLARI

 

A) Hekimin Kusursuz Sorumluluğu

Bir hekimin, istihdam eden olarak yanında çalıştırdıkları kimselerin hastalarına verdikleri zararlardan sorumluluğu doğabilmektedir. Bahse konu sorumluluk yasada 2 farklı şekilde düzenlenmiştir: TBK’nin 66.maddesi ve 116.maddesi olmak üzere karşımıza çıkmaktadır. TBK 66’da, işçinin, işveren ile aralarında herhangi bir sözleşme bağı olmayan bir şahsa karşı, hizmetin ifası sırasında verdiği zararlar bulunmaktadır. TBK 116’da ise; başkasını çalıştıran hekim ile zarar gören şahıs arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmakta ve hekimin yardımcıları sözleşmenin diğer tarafına zarar vermektedir. Bu durumda hekim ile zarar gören hasta arasında işin görülmesi sırasında bir sözleşme ilişkisi varsa TBK 116. madde, sözleşme ilişkisi yoksa TBK 66.madde uygulanacaktır. Örneğin özel sağlık kuruluşuna başvuran hastanın, hastanede çalışan hekimce verilen zarardan dolayı hastane kusursuz olsa dahi 66.maddeye göre sorumludur. Hekimin tedavi sırasında yanında çalışan hemşire tarafından yapılan iğne nedeni ile meydana gelen zarardan hekim 116.madde gereğince sorumlu olacaktır.

B) Hekimin İlaç Kullandırmasından Doğan Sorumluluğu

Hastanın ilacı kullanımıyla ilgili hekimin, özensizlik göstermesi durumunda sorumluluk doğabilir. İlaçların içerisinde firma tarafından yapılan bilgilendirmelerin varlığı ve bunları hastanın okumamış olması hekimin, aydınlatma ve özen gösterme yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır. İlacın kullanım talimatına ilişkin yükümlülük dışında ayrıca ilaç seçiminde yapılacak hata da hekimin sorumluluğunu doğurabilir. Son olarak ifade etmeliyiz ki bir hekimin yazdığı reçetede belirttiği ilacın, yazısının okunaklı olmaması dolayısıyla yanlış anlaşılması veya yanlış okunmasından da sorumlu olacaktır.

  1. HEKİMİN CEZAİ SORUMLULUĞU

Malpraktis sonucu meydana gelen zarardan, hekimin en az taksir niteliğinde kusurluluğu bulunduğuna mahkeme tarafından hükmedilmesi durumunda cezai yaptırım gündeme gelir.

 

Hekimlere yöneltilen cezai hükümlerin uygulamada genel mahiyette taksir derecesindeki fiiller için olduğu görülmektedir. Taksir; basit ve bilinçli taksir olarak ikiye ayrılmaktadır. Hekim, zararın meydana gelmesini istememiş ve zararın ortaya çıkabileceğini de öngörememiş olursa bu durumda basit taksirin varlığından söz edilir. Bilinçli taksir de ise basit taksirden farklı olarak ortaya çıkabilecek netice öngörülmüştür fakat hekim kendi yetenekleri, mesleki deneyimine güvenerek bu neticeye mahal vermeyeceğini düşünmüştür. Taksirin bu iki görünümünün sonuçları açısından farklılık, bilinçli taksir de neticenin öngörülebilirliğinin cezai yaptırıma yansıtılarak daha fazla ceza sınırından hüküm kurulmasıdır. Uygulamaya bakıldığında Yargıtay nezdinde bilinçli taksir uygulaması son derece azdır fakat iyi bir savunma yapılmadığı durumlarda bilinçli taksirle birlikte hekimin, daha fazla cezai yaptırıma tabii tutulduğu da görülmüştür.  Şimdi bir hekimin, görevini ifa ederken yaptığı hatalardan ötürü üzerine atılı olabilecek suçlar neler inceleyelim:

7.1. Taksirle Yaralama ve Öldürme Suçları

 

Hekimin tıbbi hatası sonucu ölüm meydana gelirse Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde düzenlenen taksirle öldürme suçu, ölüm söz konusu olmamakla birlikte hastanın durumunun tıbbi hata sonucu ağırlaşması ya da tıbbi müdahale öncesi var olmayan bir hastalık veya sakatlığının oluşması halinde 89. maddedeki taksirle yaralama suçu gündeme gelecektir.

Kanunda taksirle öldürme suçunun temel cezası 2 yıldan 6 yıla kadar hapis, birden fazla kişinin ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuşsa 2 yıldan 15 yıla kadar hapis olarak düzenlenmiştir.

Taksirle yaralamanın ise temel cezası 3 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası olmakla birlikte yaralamanın mahiyetine yani nitelikli hallere girmesine göre cezanın miktarının üst sınırının 3 yıla kadar çıkabildiğini belirtelim.

7.2. TCK 257/2 İhmal Suretiyle Görevi Kötüye Kullanma Suçu

 

Tıbbi müdahale sonucunda ortaya çıkan zararın, hekimin müdahalesi ile illiyet bağı bulunmadığı durumlarda taksirle öldürme veya yaralama suçu meydana gelmese bile ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu ortaya çıkabilir. Fakat bu suçun yalnızca kamu görevlisi tarafından işlenebilirdir. Özel hastanelerde, vakıf üniversitelerinde ya da bağımsız olarak muayenehanesinde bulunan doktorlar bakımından bahse konu suçun işlenmeyeceğini aşikardır. Keza kanun maddesine bakıldığında görülmektedir: ‘’Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’’

7.3. Şikayet Edilen Hekimler Açısından Hukuki Süreç

 

Bir hekimin tıbbi müdahalesinin değerlendirmesi sonucunda karşılaşabilecekleri sonuçlar:

  1. Ceza mahkemesi tarafından verilecek hapis cezası
  2. Hukuk mahkemesi tarafından verilecek maddi, manevi tazminat
  3. Türk Tabipler Birliği Yüksek Onur Kurulu tarafından süreli meslekten men cezası
  4. Hekim kamu görevlisi olarak görevini ifa etmekteyse disiplin cezası

 

Hekim, gerçekleştirdiği tıbbi müdahale sonrasında çalıştığı kuruma göre farklı prosedürlere tabii tutulmaktadır. Kamuda çalışan hekime karşı direkt olarak dava açıldığında savcılık tarafından görevsizlik kararı verilerek, hekimin çalıştığı kurumdan, kurum içi soruşturma başlatmasını sağlamaktadır. Kurum tarafından yapılan soruşturmada eğer ki hekimin kusurluluğu tespit edilmekteyse bu durumda bir fezleke ile savcılığa suç duyurusunda bulunulmaktadır. Kurum içi soruşturmanın yalnızca cezai mahiyeti bulunmaktadır dolayısıyla disiplin hükümleri çerçevesinde hekim aleyhine başka bir soruşturma daha açılacaktır. Kamuda çalışan hekime karşı açılan tazminat davalarında doğrudan hasım olarak hekim gösterilmez, idare aleyhine dava açılır ve nihayetinde idarece ödenen tazminat hekimden ayrıca tahsil edilir.

Özelde çalışan hekimler için ise doğrudan dava açılabilmektedir. Bu dava özel kuruluşa açılabilir, hekime ayrıca açılabilir veya iki taraf da gösterilerek yürütülebilir.

 

7.4. Ceza Davası ve Tazminat Davası Arasındaki İlişki

Hekimin kusurundan kaynaklı sorumluluğu söz konusu olduğunda hastaların başvurduğu ilk yol savcılığa suç duyurusunda bulunmaktır. Hekimler, kendileri hakkında suç duyurusunda bulunulduğu öğrendikten kısa bir süre sonra ise tazminat davasıyla da karşılaşmaktadır. Savcılık aşamasında suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığını belirleyebilen savcı, hekim hakkında iddianame düzenler ve ceza davası süreci başlamış olur. Tazminat davası ise cezai yargılamanın sonucuna göre şekilleneceği için ceza mahkemesi tarafından verilecek hükmün, hukuk mahkemesi tarafından beklendiği görülmektedir. Hekimin, hem ceza hem de hukuk yargılamasında aynı anda ayrı ayrı savunma yapmasına gerek yoktur. Ancak ceza yargılaması hekim lehine sonuçlansa bile tazminat ödemeye de mahkum edilebilir dolayısıyla tazminat davası ayrı bir sorumluluk ve araştırma gerektirir. Beraat kararı alınmış olması hekimi, tazminat ödemeyeceğine yönelik fikir oluşturmak suretiyle yeterli savunma yapmamaya yöneltmemelidir.

Sonuç

Hekimlerin, tıbbi müdahaleleri sebebiyle son yıllarda sıkça hukuki yaptırımlara maruz kaldıkları görülmektedir. Bu davaların sayısal artışıyla birlikte hekimlerin üzerindeki baskı artmakta ayrıca hukuki süreç içerisinde sağlık personelinin gerçekleştirdiği hatanın olası örtülü sebepleri araştırılmamaktadır. Bununla birlikte, davalarda bilirkişi heyetinin raporu oldukça önem arz etmekte ve avukatın da bu rapora itirazda bulunmak suretiyle hakimlerde oluşabilecek kanaate etki edebilmesi hukuki süreç içerisinde oldukça önem arz etmektedir.

Hekimlerin, yalnızca hastalarının sağlıklarını iyileştirme amacıyla büyük bir çaba göstermeleri yeterli olmamaktadır. Ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar hukuki açıdan görevlerini, yetkilerini ve müdahalelerinin doğurabileceği sorumlulukları bilmeleri gerekmektedir. Yayınlanan istatistiklere göre son 5 yıl içerisinde 6 bine yakın malpraktis (tıbbi uygulama hatası) davası açılmıştır. Bu davalar nezdinde hekimlerin toplam 172 milyon TL’ye varan tazminat ödemeye mahrum bırakılacak kararlar verilmiştir. Sonuç olarak ilk başta gerekli önlemlerin alınması sizlerin çabalarınızla başlamaktadır. Hasta ile karşılaşılan ilk andan tedavinin sonuna taburcu aşamasına kadar hukuki, tıbbi ve ilmi önlemlerin alınması gerekmektedir. Mahkeme ve İçtihatlar bunu göstermektedir.

 Av. Sefa Alperen ÇİĞDEM

 

Başvurulan Kaynaklar:

  • Battal YILMAZ, Hekimin Hukuki Sorumluluğu, Adalet Yayınevi, Ankara 2020

 

 

 

 

[1]Yılmaz Battal, Hekimin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2020, s. 216

Test

Form Gönderimi

OK